بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

(BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ HAZRETLERİ İLE BİRİNCİ TALEBESİ EL-HÂC İBRAHİM HULÛSİ BEYİN YAZIŞMALARI)

Ellah (cc), dîn-i Hak olan İslâm’ın teblîğini peygamberlere ve onların vârisleri olan ulemâ-i İslâm’a bir vazîfe-i asliyye-i zarûriyye olarak yüklemiştir. Zîrâ teblîğ, peygamberlerin bir sıfatı olması hasebiyle; bu vecîbeyi bihakkın yerine getirmeleri onların risâlet vazîfelerinin gereğidir.

Ulemâ-i İslâm ise;

عُلَمَاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائِيلَ
“Ümmetimin âlimleri, Benî İsrâîl’in peygamberleri gibidir”1 ve
اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاءِ
“Âlimler, peygamberlerin vârisleridir”2 gibi hadîs-i şerîflerin sırrına mazhar oldukları için, bu vazîfe-i teblîğ, enbiyâdan sonra taraf-ı İlâhîden kendilerine tevdi’ edilmiştir.

Ma’lûm olduğu üzere;

اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
“Tahkík, Kur’ân’ı Biz indirdik ve şübhesiz onu yine Biz koruyacağız” (Hicr, 9) âyetinin sarâhatiyle, Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın, bütün hakáikı, maânîsi, esrârı ve cihânşümûl ihbârât-ı gaybiyyesi, Sâhib-i Zülcelâl’i tarafından muhâfaza altına alınmış ve zamânı geldiğinde bütün bunlar vukú’ bulacaktır. Kısaca, Kur’ân’ın bizzât Ellah tarafından kıyâmete kadar muhâfaza altına alındığı bu âyetle taahhüd edilmiştir.

Evet, o menba-ı hak ve mahz-ı hakíkat olan Fermân-ı Ahkem, 6666 âyetiyle mu’cizedir; ezelden gelip ebede gidecektir; hiç bir beşerin arzî, süflî ve pes düşüncesine âlet olamaz ve tahrîf edilmesi de aslâ düşünülemez.

"Sâhil-i selâmet olan Dârüsselâma Ümmet-i Muhammedi'yeyi (a.s.m.) çıkaran bir Sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz."

TPL_BACKTOTOP