Bediüzzaman Said Nursî / Şârih: Muhammed Doğan

Osmanlı Devletinin son yıllarında, hem devletin hem de İslâm âleminin yeniden toparlanıp ayağa kalkması için hazırlanan kurtuluş reçetesi. Hürriyet, meşrutiyet, demokrasi gibi mefhumların kitap ve sünnet ölçülerine göre değerlendirilmesi.

Beşeriyyetin ekseriyyetle bozulduğu ve hak dîn olan İslâmiyyetin hakíkatinin  álemde  neredeyse  tamâmen  ortadan  kalktığı Âhirzamânda, kaynağı semâvî olan ve adına “Mehdiyyet” denen bir hidâyet cereyânı vardır. Bu kudsî cereyânın, her birinin de “Mehdî” denilen üç mümessili vardır. Bu hakíkata  Bedîuzzamân Hazretleri şöyle işâret ediyor:

“Evet, bu zamân; hem îmân ve dîn için, hem hayât-ı ictimâıyye ve şerîat için, hem hukúk-ı ámme ve siyâset-i İslâmiyye için gáyet ehemmiyyetli birer müceddid ister.”[1]

Birinci Mehdî, hakáik-ı îmâniyyenin mehdîsidir. Vazífe-i ma‘neviyyesi takrîben yüz sene devâm eden bu birinci Mehdî’nin yapmış olduğu vazífe, diğer iki Mehdî’nin vazífelerine nisbeten çok daha ehemmiyyetlidir.

Peygamber Efendimiz (sav)’in, “Her yüz senede Cenâb-ı  Hak bir müceddid-i dîn gönderir”[2]  meâlindeki اِنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ لِهٰذِهِ االْاُمَّةِ عَلٰى رَاْسِ كُلِّ مِاَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا د۪ينَهَا Hadîs-i Şerîfinin sırrına  mazhar olan, Bedîuzzamân Saíd Nursî Hazretleri, Âhirzamândaki Mehdiyyet cereyânının Birinci Mehdî’si olarak İslâmiyetin îmân, akíde sâhasında tecdîd vazífesiyle tavzíf edilmiş bir müceddiddir. Ulûm-i dîniyyenin menbaı olan Kur’ân, Sünnet, icmâ-ı ümmet ve Kıyâs-ı  Fukahâ çerçevesinde kaleme aldığı, ekseriyyet-i mutlaka ile ilhâma mazhar olduğu eserleri de; esâs i‘tibâriyle mehdiyyet cereyânının diğer mümessillerine bir program olarak hâzırlanmıştır.3

O kudsî cereyânın mümessillerinden İkinci Mehdî ise; Álem-i İslâmı zülumâttan nûra çıkaracak ve Álem-i İslâmın ittihâdını te’mîn ederek şeáir-i İslâmiyyeyi ve ahkâm-ı Kur’âniyyeyi bütün Álem-i İslâmda tatbîk edecek olan zâttır. Hâkimiyyet devresi takrîben 40    sene sürecek olan bu İkinci Mehdî’nin hâkimiyyetinin son zamânlarında Hz. Ísâ (as) nüzûl edecektir.4

İşte, şu şerhini yapacağımız “Münâzarât” isimli eser. İkinci Mehdî devrinde gerçekleşecek şura-yı şer‘í sistemini, zuhûrundan bir asır önceki şartlarda yaşayan insânlara anlatmaktadır.

O cereyânın üçüncü mümessili olan Üçüncü Mehdî ise; Hz. Ísâ (as) ile birleşerek ve Kur’ân’a tâbi‘ olan Álem-i Nasrâniyyeti de arkasına alarak ahkâm-ı Kur’âniyyeyi ve şeáir-i İslâmiyyeyi bütün dünyâya hâkim edecektir. Bu zâtın hâkimiyyeti de takrîben 40 senedir (age).

Ümmetin içine düşürüldüğü perîşânlığı Elláh’ın izniyle ortadan kaldıracak olan bu Mehdiyyet cereyânının mümessili olan üç zâta da “Mehdî” denir. Yalnız, “Mehdî-yi Âhirzamân” denildiği vakit, İkinci Mehdî kasd edilmektedir. Zâten “Münâzarât” isimli eserin asıl muhátabı da bu İkinci Mehdî ve nûrânî cemâatidir. Eserin ders verildiği Kürd aşîretleri ve o günkü Osmânlı Devleti záhirî muhátabdır, Birinci Mehdî’nin tecdîd-i îmân vazífesi gören eserleri ve ciddî okuyucuları ise işârî muhátabdır.

İkinci ve Üçüncü Mehdî’nin yapacağı vazífeler her ne kadar efkâr-ı umûmiyyede daha şa‘şaalı ve büyük görülüyorsa da, hakíkat noktasında Birinci Mehdî’nin yaptığı îmân vazífesi daha kıymetli ve ehemmiyyetlidir. 5

İşte o kıymetli ve ehemmiyyetli vazífeyı bi-hakkın yerine getiren Bedîuzzamân Hazretleri, eserlerinde dâimâ sevâd-ı a‘zama ittibâın lâzım olduğunu ve istikámetin ancak Ehl-i Sünnet ve Cemâat Mezhebini rehber kılınakla mümkün olacağını beyân buyurmuştur. Ve bu hakíkati şu, “Ehl-i Sünnet ve Cemâat olan ehl-i hak mezhebini karârgâh, yap ve Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyânın muhkemât kal‘asına gir ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul”6vecîz cümlesiyle ifâde ederek okuyanları dâimâ hakka ve hakíkata irşâd etmiştir.

Fakat, Mîlâdî 20. asırda insânlığın ve bi’l-hássa Müslümânların ma‘rûz bırakıldığı dehşetli dîn tahrîbâtı sebebiyle zihinler İslâmın esâslarına yabancı kaldığı için, bu zâtın eserleri de, dünyevi efkârın te’sîri ile yorumlanarak murâd edilen ma‘nâ-yı maksúdun dışında rûh-i şerîattan uzak olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Kitâb ve Sünnet kaynak gösterilerek o eserleri açıklamak gerekirken, felsefenin tasallutu ile bulanan zihinler tarafından yanlış yorumlandığından, bi’l-hássa Risâle-i Nûr’un Hayât-ı İctimâıyye-i İslâmiyyeye dâir kısımları, Ehl-i Sünnet ve Cemâatin akíde ve ameldeki esâsâtına muhálif bir şekilde anlaşılmıştır. Bu eserlerin ba‘zı okuyucuları arasında da bu yanlış efkâr devâm ettirilmektedir. Üstâd’ın en çok yanlış anlaşılan eserlerinden  birisi de, “Eski  Saíd” devresinde kaleme aldığı “Münâzarât”tır.

Te’lîfinden yıllar sonra bu eserine bakan Bedîuzzamân Hazretlerinin şu mektûbu, Münâzarât’ın şerhine duyulan ihtiyâca güzel bir örnektir. Üstâd bu eseri için diyor ki: 

                      “بِسْمِهِ سُبْحَانَهُ

“Te’lîfinden otuz dört sene sonra, Münâzarât nâmındaki esere baktım.  Gördüm  ki, Eski Saíd’in  o zamândaki inkılâbdan ve o muhîtten ve te’sîrât-ı háriciyyeden neş’et eden bir hâlet-i rûhiyyeyle yazdığı bu gibi eserlerinde hatíât var. O kusúrât ve hatíâtımdan bütün kuvvetimle istiğfâr ediyorum ve o hatíâttan nedâmet ediyorum. Cenâb-ı Hakk’ın  rahmetinden niyâzım odur  ki,  ehl-i  îmânın me’yûsiyyetlerini izâle niyyetiyle ettiği hatíât, hüsn-i niyyetine bağışlansın, afv edilsin.

“Eski Saíd’in bu gibi eserlerinde iki esâs-ı mühim hükm ediyor: O iki esâsın hakíkatleri vardır. Fakat, ehl-i velâyetin keşfiyyâtı te’vîlât ve ru’yâ-yı sádıkanın te‘vîle  muhtâc oldukları gibi, o hiss-i kable’l-vukúun dahi, daha ince ta‘bîrlere lüzûmu varken; Eski Saíd’in o hiss-i kable’l-vukúyla hiss ettiği ve iki hakíkatin te’vîlsiz, ta‘bîrsiz bir súrette beyânı, kısmen  kusúrlu  ve kısmen  hılâf  görünüyor. 

"Sâhil-i selâmet olan Dârüsselâma Ümmet-i Muhammedi'yeyi (a.s.m.) çıkaran bir Sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz."

TPL_BACKTOTOP